Kıymetli okuyucularım,
Bir Ramazan ayının daha sonu ve nihayet Bayram.
Başı rahmet, ortası mağfiret sonu ise günahlardan kurtuluş.Ümit ediyorum ki hepimizin kurtuluşuna vesile olan bir ay olmuştur Ramazan.
Ramazan denildiğinde aklıma o kadar çok şey geliyor ki, Zimem defterleri mesela, diş kiraları, mahyalar, tembihnameler, tekniyyeler, hırkai saadet merasimleri vs.
Her birisi ayrı bir konu başlığı, her birisi ayrı bir makalenin vazgeçilmeyen cümlesi.
Zimem defteri denildiğinde merhameti hatırlıyor insan, mağfireti hatırlıyor, sadakati hatırlıyor, letafeti hatırlıyor. Fatih’ten kalkacaksın, Üsküdar’a bir sandalla geçecek ve orada hiç tanımadığın bir mahallye gidecek ve mahalle bakkalından Zimem defterini isteyeceksin.
Zimem defterinin aslı veresiye defteridir. Yanı kayıt kuyut defteri.
Bakkal defteri size uzattığında siz başından, ortasından ve sonundan sayfalar yırttırarak, bu sayfalarda yazan borçları toplayın bedeli ne ise ödeyelim bu kişilerin borcunu silin diyeceksin.
Bunu sadece Osmanlı Medeniyetinde görebilir ve şahit olabilirsiniz. Nasıl bir şuuru izam ki, İstanbul’un bazı noktalarına Sadaka Taşları adı altında fakir fukaranın alması gereken parayı oraya bırakarak yardım eden bir nesil. Eskiden bir bakkaldan alışveriş yapıldığında bakkal efendi poşet yerine beyaz içi görülmeyen bir torba verirdi. Dışarıdan bakanlar içinde ne olduğunu bilmesin diye.
Diş kiraları verilirdi bu muhteşem medeniyette. Dün de iftar sofraları vardı. Bugün de var. Yarında olacak. Ama Osmanlının iftar sofraları bir başka idi. Bir iftara davet beklenilmezdi. Konakların sofalarında sokaktan geçen insanların iftar açması için masalar kurulurdu.
İftara gidenlerin konak girişinde ellerine bir kaşık tutuşturulurdu. Bu kaşıkta Kur’an-ı Kerim’in 114 suresinden birinin ismi olurdu. Siz o kaşıkta ismi yazılan masaya gider oraya oturur ve iftarınızı yapardınız. İftar sonrası evin sahibi kapı çıkışında sizi bekler elinde bir altın ile " Allah razı olsun. Masamızı şereflendirdiniz. Buyrun bu da diş kiranız" derdi.
Osmanlı’nın en yüksek diş kirasını Yusuf Kamil Paşa ve eşi Zeynep Hanım vermiştir. Sultan Abdülaziz evlerine iftar yapmaya gittiğinde Yusuf Kamil Paşa diş kirası olarak muhteşem konağın tapusunu uzatmış, Zeynep Hanım ise tüm mücevheratını bir tepsi ile Sultan Abdülaziz Han’a getirmişti. Sultan bu inceliğe teşekkür ederek aldım kabul ettim. Size iade ettim demiştir. Akabinde ise boynundan çıkardığı murassa Mecidiye nişanını kendilerine takdim etmiştir. Tembihnameler ile Ramazan ayının önemini vurgulamış. Pişecek ekmeğin gramını bile Padişah izni ile fırına göndermişlerdir. Çocuklara namazı özendirmek için camilerde kandil uçurtmaları geleneği organize etmiş ve bu neslin geleceğe atılan imzalarını tüm dimağlara yerleştirmiştir. Ramazan iyi ki geldi. Hoş geldi Sefa geldi diyerek girmiştik bu kutsal ayaŞimdi güle güle diyoruz gözyaşlarımız ile.
Çabuk gel. 11 aylık yolun kısa olsun. Bizi yeniden Ramazan’a ulaştıran Rabbimize hamdu senalar olsun.
Hayırlı Bayramlar dilerim.
Unutmadan eklemem gerek diye
düşünüyorum. Zulum Ortadoğuda kol geziyor. Hergün yüzlerce kardeşimiz toprağa düşüyor. Sırf Müslüman oldukları için. El Aksa tutsak, Ayasofya tutsak. Mescidi haram ve Mescidi Nebevi bizim elimizde değil. Kaybetmişiz o toprakları. Layık değilmiyız yoksa. Layık olsa idik Yavuz gibi rüyalarımıza girmezmiydi hazreti Peygamber.
Gözyaşlarının sel gibi aktığı zulum coğrafyasında Bayramsa Bayramınız mübarek olsun.