Hain'ül Harameyn

Son günlerde içimizi sızlatan bir yara Mısır, Suriye, Irak, Libya....

Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı topraklarına kattığı Hilafeti alıp Osmanlılara getirdiği Mısır…

Mısır ah Mısır! Yitik ülke! İki Yusuf’un cennet ülkesi! İslâm’ın zeki mahdumu. Oraya giderseniz hala sizi bağırlarına basar Mısırlılar ve “Haza ahfadü Selahaddin” diye birbirlerine müjdelerler. Bir kartal gibi hala Kahire’nin üstünde tünmüş olan Selahaddin’in yaptırdığı kaleden midir bu sevgi, yoksa Mısır’a ve Âlem-i İslam’a yaptıklarıyla sekiz yüz senedir sinelerde yeni gibi  duran taptaze özleminden midir, inanın tam olarak bilmiyorum.

Suud’lular ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından sözde Müslümanlar tarafından arkadan vurulan Mısır.

10 yaşındaki çocukların yatsı namazını kılarken dönemin firavunu Abdulfettah El Sisi tarafından kurşunlanan Mısır.

Namaz kılmak ve namazda Müslüman askerlerce vurulmak! “Bu sözcükler nasıl yan yana geliyor” diye siz de kafayı yiyor musunuz? Diye düşündüğümüz Mısır.

Seçilmiş Lider Muhammed Mursi’yi bir anda al aşağı ederek askeri bir darbeye karşı batının ses çıkarmadığı Mısır.

8 Milyon Dolarlık yardımla Darbecilerin sözde Müslüman bir ülke olan Suudi rejimi ve Birleşik Arap Emirliği tarafından arkadan hançerlenen Mısır.

Kuzey Afrika’nın en fazla nüfusu olan ülke Mısır.

İslam imparatorluğunun askerleri tarafından Bizans yenilerek alınan ve İslam Halifeli tarafından yıllarca Fatimiler, Memluklar ve Eyyübiler tarafından yönetilen ülke Mısır.

Sina çöllerinde atından inerek yere çömelmiş yürüyen arkasındaki orduyu da yürüterek belirli bir süre böylece giden sebebi sorulduğunda ise “Önümüzde Alemlerin Efendisi var” diyerek atına binmediğini söyleyen Yavuz Sultan Selim’in fethettiği Mısır.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kurduğu “Kavalalılar Hanedanı”nın şehri, 19. Yüzyıla kadar Osmanlı’ya dış işlerinde bağlı olan Mısır.

Napolyon Bonapart’ın, Britanyalıların yıllarca işgaline maruz kalan ve 28 Şubat 1922 yılında tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden Mısır.

1953 yılında Suriye Cumhuriyetiyle birleşip “Birleşik Arap Cumhuriyeti” adını alan Mısır.

En nihayetinde 1971 yılında Mısır Arap Cumhuriyeti ismini alan ve 90 milyonu aşan nüfusuyla herkesin gıpta ile baktığı Mısır. Ne oldu sana.

Muhammed Mursi ile başlayan sureci tıkamaya çalışanların asıl amacı Büyüyen Mısır’ı engellemekti. Biliyorlardı Mısır da büyüyecek ve dev bir ülke haline gelecekti.

Mısır ordusunun henüz temizlenemediğini ve Firavun generallerinin ve Haman ordularının henüz yerlerinde olduğunu biliyorduk.

Arap baharı diyerek ihanet zincirini başlatan ancak bazı ülkelerde bozguna uğrayan Haçlılar, daha güçlü ve koordineli daha zayıf ve yeni olan Mısır’ı işgal ettiler.

Yanlarında Mısır’ın Firavun orduları vardı.

İşin geri kalan yanı hepimizin malumu. Zulüm devam ediyor. Ama unuttukları bir şey var ki Cihat henüz başlamadı bile.

Mısır işindeki en garip nokta Suudi Krallığı ve Birleşik Arap Emirlikleri Krallarının takındığı tutumdu. Neydi onları bu felakete sürükleyen.

Kâbe Baskınını hiç okudunuz mu? Hani gayrimüslimlerin girmesi yasak olan Yasak Bölge Mescid-i Haram’a, Kâbe’ye Ulema-i Su’dan alınan fetvayla Fransız askerlerinin getirilip Peygamber bağlılarının nasıl infaz edildiğini?

Siz Hafız Esad’in Hama Katliamını hatırlar mısınız? Hani en meşhur alimlerden fetvalar alarak, yüzlerce, binlerce Müslüman sivili yok ettiği o katliamı?

Ve en son, ekranlar karşında namaz kılan Saddam zaliminin, Müslüman Kürtleri imha ederken aynı kandırmacayı nasıl tekrarladığını ve katliamına isim olarak da Kuran’ın bir suresinin ismini Enfal’ı verdiğini hatırlar mısınız?

Onlar yine bildiklerini yaptılar. Bizleri ayakta uyuttular. Tüm İslam âlemi uyutuldu. Ve düğmeye bastılar.

1994 yılında Cezayir’de halkın %54 oyunu almış bir partiyi iktidara getirmediler. Darbe yaptılar.

Aynı oyun bizim ülkemizde de kaç kere tekrarlandı sayısını tarihçiler yazıyor.

Ama en büyük darbeyi bize içimizden yaptılar. İslam âleminin bugün içinde bulunduğu durumun en büyük müsebbibi Suudi Krallığıdır.

Hicaz işgalcisi Suudi krallığının son zamanlarda ortaya koyduğu politikaları izledikçe, dünyadaki en büyük şeytan ve bir numaralı teröristin Amerika olduğunu söylediğimiz gibi, İslam dünyasının en büyük hain bir numaralı alçağın da Haremeyn işgalcisi Suudi rejimi olduğunu söylemek gerekiyor. Geçtiğimiz hafta okuduğum bir köşe yazısında, Yazar Ahmet Dursun aynen şu ifadeleri kullanıyordu.

“Hicaz İslam topraklarında İngiliz emperyalizmi eliyle Suudi krallığı kuruldu kurulalı, İbn-i Suudi’den bu yana, Suudi kraliyet ailesinin İslam ümmetine yapmadığı ihanet kalmadı.

Osmanlı zamanındaki ihanetleri bir yana, İslam Ümmetinin zenginliklerini başta Amerika olmak üzere emperyalistlere peşkeş çekmesi, bir avuç kraliyet ailesi petro-dolarlarla zevk-u sefası içinde yaşarken İslam Ümmetinin acı, mahrumiyet ve çığlıklarına gözlerini kapaması Suudi rejiminin değişmez karakteri olmuştur.

Suudi rejimi yetkilileri, Suudi krallığının varlık sebebinden bahsediyor! Evet, bu krallığın varlık sebebi çok açıktı: “Emperyalizmin hizmetinden dışarı çıkmamak” ve “İslam ümmetine ihanetten geri durmamak.”

Biliyoruz ki bu rejim ayakta durduğu sürece de, bu iki yönü asla değişmeyecektir.

Bir gün olsun Riyad, Mekke, Medine şehirlerinde, Siyonist rejimin katliamlarını protesto etmek için sokakları  dolduran kalabalıkları gördünüz mü? Hicaz’ın Müslüman halkı elbette tüm bu yaşananlardan bizardır, ama eğer caddelere dolmaya kalkarlarsa karşılarında otomatik silahlı Suudi güçlerini göreceklerdir!

Böyle bir Suudi rejiminin Sünnilikle ve Sünni Müslümanlarla ne ilgisi var?

Bu Suudi yöneticilerinin “Sünni Müslümanları” gerçekten düşündüğünü bir an farz etsek bile, peki o zaman “Filistinliler Sünni değil miydi?” diye soran olmayacak mı?

İslam dünyasının önde gelen Ehl-i Sünnet âlimleri, aydınları, İslami hareket mensupları, hala daha bu hain Suudi rejiminin kirli suratına şamarlarını vurmayacaklar mı? “Ehl-i Sünnet Müslümanlarının senin gibi ümmetimize ihanet edenlerin himmetine ihtiyacı yoktur!” diye yüksek sesle haykırmayacaklar mı?”

Zulmedenler yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir.”

Son olarak hep birlikte demeliyiz ki;

Bizim imparatorluğumuz Hadim’ül Haremeyn (Mekke’nin hizmetkârı) unvanı almışlardı.

Bu saatten sonra, Suudi Krallığı ise Hain’ül Haremeyn (Mekke’nin haini) unvanını almışlardır.

Vesselam…

instagram facebook twitter

Haberdar Olun