Haçlı seferlerinde bu yana İslam’ı yıkmaya çalışan Hristiyan dünyasının sadece silaha, başvurmadığı bir gerçektir. Hattı zatından onların görünmeyen, pasif silahları insanlığı yok etmeye matuf bombalarından daha tehlikelidir. Bu tehlikeli silah, kültürel emperyalizm ve misyoner-casusu faaliyetleridir.
Lübnan faciasıyla başlayarak her gün daha da büyüyen ve dünyayı kan kokutan hadise, haçlı seferinden başka bir şey değil…
Bu zulme sessiz kalarak izleyenler utanmadan başlarını kuma sokup deve kuşu olmaya devam edebilirler; ta ki bu haçlı bombalarından birisi de onların kum altındaki kafalarına düşünceye kadar!
Unutulmamalıdır ki, bu zehirli akım, sadece ve sadece Müslümanlara uygulanacaktır. Şimdilik Müslümanları ekonomik ve kültürel yönden sömürmekle yetinen Hristiyan-Haçlı dünyasının esas gayesi, Orta-Doğu’yu kana bulayıp, Müslümanları kanda boğmaktır; ta ki diğer Müslümanlara sıra gelsin…
Bugün Ortadoğu diye adlandırılan bölge kan gölü haline dönmüştür. Yapılan bu haksızlıklara sessiz kalmayan tek ülke Türkiye’dir.
Irak gitti, Mısır gitti, Suriye can çekişiyor. Bu haksızlıklara neden Müslüman ülkeler duçar olmaktadır. Bunu çok iyi anlayabilmek ve konuyu tam idrak edebilmek hatta bu korkunç tehlikeden kurtulmak için bu haksızlıkları yapan devletleri ve onların mensuplarını iyi tanımamız lazımdır.
Eğer, Biz biz olmazsak, başkası bizi kendisi yapmaya çalışacaktır. Biz biz olalım, Hz. Muhammed (SAV)’in izinde…
Dün Osmanlı ecdadımıza karşı yapılan Haçlı seferleri nereden organize edildiyse ki bu organize edilen yer Vatikan’dır. Bugün de aynı yerden organize edilerek Müslüman dünyası kan gölüne çevrilmek istenmekte, dünyanın gözünde kafa kesen, birbirini öldüren, masum insanları katleden bir din olarak bilerek ve isteyerek gösterilmek istenmektedir.
Her ne kadar bu emperyalist emeller, 19. Ve 20. yüzyılda sadece ekonomik bir sömürgecilik olarak görülüyor ise de, bunların kökeninde Hıristiyan dünyasının, kendisi için kutsal saydığı Kudüs ve çevresine egemen olan İslam varlığını ortadan kaldırma düşüncesi yatmaktadır. Nitekim bu düşünce IX. yüzyılda başlatılan ve hala devam edegelen Haçlı savaşlarıyla uygulama alanına koyulmuştur.
Misyonerlerin devamlı olarak işledikleri konulardan birisi olan Osmanlı Devleti’nin İslam medeniyetini gerilettiği iddiasıdır. Eğer bugün Amerika’nın desteğiyle İsrail Gazze’yi, Işid Terör örgütünü yok etmek bahanesiyle Suriye’yi top ateşine veriyorlarsa, bunun hazırlayıcıları unutulmasın ki misyonerlerdir.
Artık gerçekler kabul edilmelidir. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler kürsüsünden haykırarak söylediği gibi adı Birleşmiş Milletler örgütü olan bu örgüt ne işe yaramaktadır. Ülkemiz hiçbir zaman lafın tarafında olmamış eylemin tarafından olmuştur.
Sosyal krizleri had safhaya ulaşan Polonya’ya Rusya saldırmadı. Çünki Katolik dünyasından çekindi. Ama Afganistan’da durum öyle olmadı. Hiçbir Hristiyan’ın Afgan Müslümanının imdadına koşmayacağını biliyorlardı.
Gazze’yi kana bulayan Yahudi Siyonistlerin, Mısır da seçilmiş devlet başkanı Muhammed Mursi’i alaşağı eden zihniyetin, Suriye’yi kana bulayan Esat belasının, İşıd adı altında önceden öngörülerek kurulan terör örgütünün ve bütün bu yapılan haksızlıklara karşı Müslüman ülkelerin duruşu ve dünyanın takındığı tavır hoş değildir.
Sözü uzatmadan şunu tekrar etmek isterim ki, esas gayeleri Hz. İsa’nın isteği dışında da olan bu emperyalist misyonerleri iyi tanıyalım. Ta ki Allah’ın emir buyurduğu gibi onları kendimize rehber edinmeyelim.
"Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da kendinize yar edinmeyin. Onlar birbirlerinin yaranlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse de o da onlardandır. Şüphesiz Allah o zilimler güruhuna muvaffakiyet vermez. (Maide suresi, 51)