Kıymetli Okurlar, Geçtiğimiz ay Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafi komutanı olduğu günler ile ilgili bir yazı kaleme almıştık. Bu ay da bu yazımıza devam ediyoruz. Nasıl bir şuur, nasıl bir tahakküm, nasıl bir irade, nasıl bir aşk, nasıl büyük bir sevgidir.Her şey kendisini terk ederken, kimse kapısını açmaz iken o sığınacak olan tek liman Hazreti Peygamber’in yanına sığınır. Nasıl bir satılmışlıktır ki bu Hazreti Peygamber’in şehrini İngiliz casuslarının eline bırakır.
Gelin Fahrettin Paşa’nın Hazreti Peygamber ile vedalaşma anlarını aktaralım bu ayki köşe yazımızda. Fahrettin Paşa ve yanındakiler abdestini tazeler ve dudaklarında salatu selam ile "Muvacehe-i Şerife" yani "Yüzyüze" denilen makamın önüne gelirler. Bugün Medine’de Resulullah’ı ziyaret ederken önünden geçtiğimiz yeşil halıların en önündeki yerde dururlar. Osmanlı şehrinin son müdafileri selama dururlar Hazreti Peygamber’in makamının önünde.
Dudaklar hafifçe kıpırdar iken, gözler buğulanır. Hücre-i Saadetin kutlu bekçileri yanlarındadır. Dualar bitince zenci ağalardan birisi belindeki anahtar öbeğine uzanır. Aralarındaki en irice anahtarı Hücre-i Saadet’in küçük kapısının anahtar haznesine yerleştirir ve çevirir. Açılan kapıdan içeriye önce kara ağalar sonra da Osmanlı kumandanları tek tek girerler. Dudaklardan taşan Salatı ümmiyeler odayı doldurmaktadır. İçeride Sultan Üçüncü Mustafa’nın gönderdiği 38 sıra dizili püskülü ile yumruk büyüklüğündeki murassa zümrüt askı göz kamaştırır. Hele aralarında farklı olan bir tanesi daha vardır ki paha biçilemez değerde idi. İki adet şamdan. Sultan Abdülmecid Han tarafından Hacre-i Saadet’e hediye gönderilen bu şamdanlar som altından imal edilmiş olup üzerlerinde Kuran’ı Kerim’deki ayetler sayısınca elmas taşımaktaydılar. Bu şamdanlar Hazreti Peygamber’in baş ve ayakuçlarında duracak ve Sultan Abdülmecid Han, bu yakınlık vesilesi ile bu mübarek huzurdan şefaat umacaktı.
Fahrettin Paşa’nın yanındakiler tek tek emanetleri dışarı taşıdılar. Bir gün yeniden buraya getirmeyi niyet ve duyguları ile edeple türbeden başları dışarıda çıktılar. İçeride buğulanan gözler dışarıda artık boşaltıyordu kendisini. Osmanlı’nın bu yiğit evlatları, İstanbul’a hareket edecek trene kutsal emanetleri yerleştirdiler. Efendimiz ’in türbelerinden alınan bu son emanetler sonrası Osmanlı’nın askerleri orayı boş bırakmadılar. Buralardan giderken, o mübarek huzura öyle bir şey bırakacaktı ki yıllarca bir ibret vesikası olarak ders gibi anlatıla gelecekti. Fahrettin Paşa’nın etrafındaki çember artık iyice daralıyordu. Kendisinin aleyhine yürütülen propaganda sonrası etrafında kendisine güvenen asker sayısı oldukça azalmıştı.
Fahrettin Paşa’nın tarihe not olarak düşülecek şu sözleri bir ibret vesikasıdır. "Medine’yi koruyamıyorsam, Hazreti Peygamberin mekânını koruyacağım.” Yanındaki adamları ile Yeşil Kubbenin altında nöbet tutmaya başladılar. Tam 2 yıl 8 ay sürdü bu kuşatma. Günler geçer Medine Garnizonu fitnenin eline geçmiştir. Ancak bir türlü Hücre-i Saadet’e girip Fahrettin Paşa’yı teslim almaya kimse cesaret edemez. Gözü dönmüş güruh, Fahrettin Paşa’nın yanındaki birkaç askeri tehdit ederek bir gece baskını düzenlerler.
Yapılacak hiçbir şey kalmamıştır. Fahrettin Paşanın kollarına girerek zorla dışarıya çıkarmak isterler. Fahrettin Paşa kendisinin kollarına girerek zorla sürüklemekte olanlara gür sesi ile haykırarak durmalarını isterler. Koluna girmiş askerler öylece kalakalırlar. Bu yaralı kaplan doğrulur, teslim olacağını söyler. Ama belindeki asalet kılıcını ne İngilizlere ne de yanındaki fitnenin esiri askerlere teslim edecektir. Eli belinde gider, kılıcını kabzasından çıkarır ve kendi elleri ile Hücre-i Saadet’in bir köşesine bırakır. Osmanlı’nın son Medine müdafi Komutanı Fahrettin Paşa’nın kılıcı madden olmasa da manası ile hala orada durmaktadır.
Medine'ye bir ölüm sessizliği çöktü, artık hep birlikte ağlayan askerlerin gözyaşları insanın içine işleyen kumlu rüzgâra karıştı. Ayağa kalktı. Arkasını döndü, iki adım atmıştı ki aniden: "Affet beni, ya Resulallah!" dedi ve hıçkırıklara boğuldu. Bir Osmanlı kumandanı olarak silahını küçüklüklerinden beri bildikleri en büyük kumandanına Efendiler Efendisi’ne teslim edecektir. Yüzyıllardır Mehmetçik denilmemiş midir Osmanlı askerine! Yıllar sonra emanetin hakkını verecek olan altın nesiller tekrar gelip bu kılıcı teslim alana dek de durmaya devam edecektir.