Tarih sahnesinin önemli bir aktörüdür Fahrettin Paşa. O'nu bu nesle tanıtmalıyız. Manevi şuur nedir ve nasıl kazanılır? Fahrettin Paşa'nın Medine Müdafi Komutanı olduğu günleri anlamalı ve anlatmalıyız.
Biraz arkamıza bakalım. Geçmişimizdeki gizli sayfaları aralayarak bugünlerde daha emin adımlar ile yaklaşım gösterelim.
Tarihler 1916 yılını göstermekte, zaman bu ülkenin tarihine kurşun sıkanların dönemi.
Sultan Abdulhamid Han'ı tahtından 31 Mart Vak'ası adı ile tarih sayfalarında yer bulan ayaklanma ile indirilişinin yedi sene ertesi.
Kadim Osmanlı Devleti, yaralı bir arslan gibi çırpınarak düşmanları ile kendisine "Hasta Adam" yaftasını vuran Avrupalılara inat bir çok cephede mücadele vermekte.
Mehmetçikler birer birer cephelerde şehit düşmekte. Düşman Osmanlı tarihinde hiç bu kadar güçlü olmamış. Yedi düvel denilen bu zalim ve bir o kadarda acımasız kuvvet,
Haberler bir Galiçya'dan gelir, sonra Filistin. Bir Kafkaslar'dan gelir, sonra Çanakkale. Bizi bir arada tutan Kemahlı Oğuz Onbaşı gibi arslan yürekli neferler değilmidir? Bir oğlu Çanakkale'de, bir oğlu Sarıkamışta. Ama durmaz Anadolu arslanları, hep birden topyekun bu savaşa katılırlar. Nene hatun gibi yürekli kadınlar Osmanlı'nın bağrında yatmaktadır. Sütçü imamlar bu nesilde her daim olacaktır.Amaç İslamın bu son hamisi olan devleti yok etmek. Devlet-i Aliyye'yi zayıf düşürerek elde edilen bütün imkanları seferber etmek.Osmanlı yönetimini dine uzak göstererek, İslam dünyasının teveccühünü kırmak ve halk içinde aşağılık kompleksi taşıyan duyguları aşılayarak güven duygusunu yok etmektir.
Lavrence gibi bir çok ajan Anadolu topraklarında ve islam coğrafyasında adeta cirit atmaktadır. Müslümanları birbirine kırdırarak en önemli amaçlarına ulaşmak gayesinde yürümeye devam etmektedirler.
Ne yazık ki, tüm bunlar olurken İttihatçılar, Osmanlı aleyhine çalıştıklarını tespit ettirdikleri birkaç Arap lideri aleni bir şekilde idam ettirerek bu oyunlara alet olmaktadırlar. Ajanların ektiği tohumlar yeşermeye başlamıştır bile. Ancak onların planlarını istedikleri gibi yürütmelerine engel bir durum vardır. O da Osmanlı ecdadımızın mübarek topraklara göstermiş oldukları hürmet ve yatırımları. Hz. Muhammed (sav)'in şehri olan Medine ve mübarek türbelerin bulunduğu Mescid-i Nebevi hizmeti Osmanlı'da olduğu müddetçe O'na olan sevgiyi ve saygıyı asla kıramayacaklardır.
Yeni bir amaç daha doğmuştur bu Vandallara. Mukaddes toprakları özellikle de Medine'yi Osmanlı'dan koparmak. Sultan İkinci Abdulhamid Han döneminde yıllarca İstanbul'da tutular Şerif Hüseyin, İttihatçıların basiretsizliğinden istifade ederek
Arabistan'a geri dönmüştür. bu fırsatı kaçırmayan İngiliz Generali Kitchener, Şerif Hüseyin ile Osmanlı'ya karşı bir antlaşma yapmıştı. Kendisi Arabistan kralı olacak, oğulları Abdullah ve Faysal'a da birer devlet kurduracaklardı. Verecekleri destek karşısında istedikleri şeylerin başında şüphesiz Medine'nin Osmanlı'dan koparılması geliyordu. İhanet şebekesi çalışmaya başladı.
O günlerde Medine müfrezesinin başına Fahreddin Paşa gönderilmişti. Bu son derece tecrübeli ve ihtiyatlı adam Şerif Hüseyin'in bazı hareketlerinden şüphelenmekteydi. Arabistan'a dönen İngiliz oyunlarına hiç de yabancı değildi.
Şerif Hüseyin'in oğulları Faysal, Ali ve Abdullah Fahreddin Paşa'yı devirmeden Medine'yi alamayacaklarını biliyorlardı. Aleni bir saldırıda başarıl olma şansları zayıftı. En azından Osmanlı'ya silah çekmek korkuları vardı. Velinimetlerine ihanet kararı almışlardı ama bunu silahla gerçekleştirecek cesaretleri yoktu. öyle ise her hainin başvurduğu yollardan gideceklerdi. Pusuya düşürme ve arkadan bıçaklama.
Medine yakınlarında Uhud Dağı civarında Şerif Hüseyin ve oğlu Faysal, gece yemeği düzenlediklerini Fahreddin Paşa'ya haber vererek pusu kuracaklar ve işi bitireceklerdi. Fahreddin Paşa bu oyuna gelecek acemilerden değildi, onların anlayacağı dilden cevap verdi. Daveti reddetmedi ama, Medine birliğinin başında bıraktığı en sadık adamı ile en küçük bir operasyonda başlarına gelecekleri onlara aşikar etmesini bildi.
Fahreddin Paşa aldığı istihbarat ile Medine'yi zor günlerin beklediğini fark etmişti. Onu kaygılandıran bazı şeyler vardı. Ya Kainatın Efendisi'nin şehrini müdafaa edemezlerse, ya düşman bu mübarek beldeye girip yağma yaparsa, Hele Mescid-i Nebevi ve Hz. Peygamber'in türbeleri! Düşündükçe afakanlar basıyordu.
Fahreddin Paşa İstanbul'a bu konuyu haber vererek bir tren istedi. Hicaz Demiryolu, İngiliz ajanlarının bütün suikastlarına rağmen hale sağlamdı ve seferlerine kesintili de olsa devam ediyordu. Fahrettin Paşa'nın amacı Medine'de kalan son kutsal emanetleri bu tren ile İstanbul'a göndermek ve daha sonra Kabe örtüsünü getiren Sürre alayları ile yerine teslim etmekti.
İstanbul'dan gelen Lokomotifin alnında "Esselamu aleyke ya Resulullah" yazılıydı. Tıpkı, Topkapı Sarayı'nın Has Dairesi'nin köşesinde Has Oda'nın kapısında yazdığı gibi.